hesap makinesi ve modern islam

hesap makinesi ve modern islam

 evet arkadasalr sizlere en güzel yazılarını yazan hesap makinesi  diyorki tatmin etmediğinden 1856 Islahat Fermanı ilan edildi. R. Davison (u ıı6-9)’un devrin önde gelen dört paşası, Reşid, Âlî, Fuâd ve Midhatörr,ç ğinde tespit ettiği gibi, “bilâ tefrîk-i cins ü mezheb" (etnik ve dinî ayınf^^ yapmaksızın) tüm tebaanın hukukî eşitliği ilkesine dayalı bir Osman] vatanseverliğini ifade eden Osmanlılık, hesap makinesi Ancak II. Abdülhamid döneminde ulus-devletlerine doğru hızlanan tarihî akış, bu ideolojiye de hayat hakkı tanımadı.
Tanzimat ricali tarafından ulusj] üstü bir emperyal milliyetçi kimlik projesi olarak benimsendi. Fermanı’nda kültürel bağlılığın kaynağı olarak diıim yerine vatan geçifj. lerek geleneksel dindaşhğın yerini vatandaşlığın alması hedeflenmişti Böylece Ortodoks, Ermeni, Yahudi vs. yerine Ottoman
anlamında "Osmanlı” yeni kültürel kimlik, z/m/z?/yerine Ottoman atee/? anlamın-da sekülerleşen millî At yeni siyasî kimlik haline getirildi.'^' Yeni OsmanlIlar, 1860 ve 70’lerde Osmanlılığı ideolojik olarak temellendirerek “ittihâd-ı anâsır” olarak ifade edilen Osmanlıcılığa dönüştürmeye çalıştı-1ar.
II. Abdülhamid dönemi kolektif kimlik arayışı, en iyi, Fuâd ve Cevdet Paşa (1986 1/85, Deringil 1999: ı69)’ın da ifade ettiği klasik Osmanlı anayasal amentüsü açısından anlaşılabilirdi. Osmanlı seçkinleri arasında İmparatorluğun dört temele dayandığı ve ancak bunlara dayanarak ayakta kalabileceği yolunda bir mutabakat vardı: Millet-i İslamiye, devlet-i Türki ye, selâtîn-i Osmaniye, payitaht-ı İstanbul. Bu formüle göre Türkler, Ro malı, devlet-kurucu gücü temsil ediyordu. Sultan için hayatî mesele, im paratorluktan ulus-devletine doğru kaçınılmaz dönüşüm sürecinde, Os manii siyasî vokabülerinde devlet denen ülkenin bekasıydı. İbni Hal dun’un asabiye teorisine göre sosyo-politik değişim sürecinde motor işlevi gören nesep asabiyetini temsil eden Türider, İmparatorluğun kuruluşunda olduğu gibi dönüşümünde de başı çekecekti. Bu yüzden kendi Türklüğünü vurgulayan Sultan Abdülhamid, ayrıca İmparatorluğun Türk kökenine vurgu yapmış, yeni meşruluk arayışında Türk siyasî kültürüne ait sembolleri tekrar kullanmaya başlamış, sözgelimi halis Türk soyundan sayılan Karakeçili ve Ramazanoğulları aşiretlerini kollayarak İmparatorluğun Türk unsuruna verdiği özel önemi göstermişti. Diğer taraftan İmparatorluğun Türklüğü, XIX. yüzyılın son çeyreğinde, gerek idari me-
Bunları (düzen, patriot) İngilizce asıllarıyla vermemizin sebebi, Türkçede yanıltıcı bir şekilde her ikisinin de vatandaş karşılanmasıdır.
İSLAM'DA moderni EŞMt 527
kanizmada gerekse de eğitim müfredatında Türkçenin giderek artan kullanımıyla belirginleşti.'’"*
Bu Türklük vurgusunun literatürde pek fark edilmeyen buna bağlı ikinci sebebi ise, İngiltere'nin Şark Meselesi sürecinde açtığı kültür savaşında İslam ile özdeşleştirdiği Türklüğü şiddetle aşağılamasıydı. Bu etki, doğal olarak Sultan gibi OsmanlIlarda meknuz Türklük bilincini açığa çıkarmıştı; bu bağlamda İslam’ın bayraktarı olarak Türk kimliğinin vurgulanması, Müslüman kimliğin vurgulanmasından başka bir anlama gelmiyordu. Şu halde 11. Abdülhamid döneminde kavramı, genelde göçebe Türkmenler için kullanılan “etrâk-ı bî-idrâk" (idraksiz Türkler) deyimindeki gibi etnik anlamından Avrupalılarca da kullanılan orijinal dinî anlamına dönüştü ki bu, daha sonra Cumhuriyet döneminde politik bir ulusal kimliği ifade eder hale gelecekti. 1890’larda aynı zamanda Şemseddin Sami gibi yazarların dil ve tarih alanlarındaki çalışmalanyla 1900’larda inkişaf edecek ön, kültürel Türkçülük de filizlendi.hesap makinesi II. Abdülhamid’in saltanat yılları, böylece yeni bir üst-kimlik arayışı sürecinde alt-kimliklere yapılan vurguyla Türk, Arap ve İslam milliyetçiliklerinin etkileşim halinde filizlendiği, kritik bir "ön-milliyetçilikler" dönemi oldu.
Osmanh aydınları arasında Islahat Fermaninın getirdiği müslim ve gayrimüslim tebaanın tam eşitliği ilkesinin İmparatorluğun dört temelini ifade eden klasik anayasal amentünün birinci temeli "millet-i İslamiye”yi yıktığı kanaati ortaya çıkmıştı (Ahmed Cevdet 1986 I/85). Hâlbuki tarihin akışı, İslâmî kimliğin telddini gerektiriyordu. Giderek yükselen Slav milliyetçiliği dalgasıyla Balkanlardaki Osmanh varlığına bilkuvve son veren Rusya ile ‘93 (1877-78) harbini izleyen 1878 Berlin Antlaşması'ndan sonra Osmanlıcılık fiilen çökmüş, İmparatorlukta Arapça konuşan nüfus oranı artmıştı. Nitekim Yeni Osmanlılara karşılık Tunuslu (1986; 144) Hayreddin Paşa, 1868 yılında yayınladığı Akvetnü’l-Mesâlikzdh eserinde Osmanlılık projesinin ciddi risklerine dikkat çekmişti. Şimdi ana kaygı, İmparatorluğun toprak bütünlüğünün korunmasıydı. Bunun üzerine 1880’lerde Namık Kemal gibi Yeni Osmanhlar, daha gerçekçi bir tutumla Sultan Abdülhamid ile birlikte İmparatorluğun Müslüman nüfusu ara-
Deringil 1999: 26-32, Karpat 2001:157,337. Sultan Abdülhamid, 1879’da (4 Ocak-29 Temmuz) altı ay süreyle sadaret makamında kalan Arapça-konuşan sadrazamı Tunuslu Hayreddin Paşa ile yaptığı bir tartışmada "Paşa Paşa, ben Türk’üm, Türk kalacağım."demiştir (Karal 1988; 559).
hesap makinesi yazdı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder